Medipol Üniversitesinden Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Dicle Üniversitesinden Doç. Dr. Vahap Coşkun’un konuşmacı olarak katıldıkları Amsterdam Tartışmalarının 45.’sinde “Türkiye’de yeniden alevlenen terör sorunu” masaya yatırıldı. Tartışma 21 Şubat akşamı Türkevi’nde gerçekleştirildi.
Doç. Dr. Vahap Coşkun, şayet bundan bir yıl önce bu konuyu konuşmuş olsaydık çok farklı bir ortamda çok farklı şeyleri konuşuyor olacaktık diye başladığı açılış konuşmasında, Türkiye’de özellikle Haziran ayından itibaren politik iklimin çok değiştiğini söyledi. Terör gündelik çatışmaların dışında Diyarbakır’da başlayıp Suruç, Ankara, İstanbul ve tekrar Ankara’da olmak üzere şehirlerde de bombalı intihar saldırılarıyla görülmeye başladı. Bu saldırılarla Türkiye’nin kuşatılmaya çalışıldığına dair bir algının oluştuğunu görmekteyiz. Coşkun, gelinen noktada sorulması gereken en önemli sorunun, bu saldırıların bu denli artmasının sebebi nedir sorusunun olması gerektiğini söyledi.
Bazılarının iddia ettiği gibi bu mesele salt hükümetin yanlış politikalarının ürünü değildir diyen Coşkun, kendisine göre bu noktaya gelinmesinin üç önemli sebebi vardır. Bunlar:
2013’te başlatılan Çözüm Sürecinin nihayete erdirilememesi;
Bizim içinde bulunduğumuz coğrafyanın durumu;
Türkiye’nin Suriye’deki savaştan dolayı tarihin gördüğü en büyük mülteci dalgasıyla karşı karşıya olmasıdır.
Doç. Dr. Vahap Coşkun: “Hükümetin mülteciler politikasının bazılarının iddia ettikleri gibi yanlış değil, tam aksine hem ahlaki hem de politik açıdan Suriye konusundaki en doğru politikası olduğunu düşünüyorum.”
Artık Türkiye’nin güneyinde iki devletin olmadığını, tam aksine bir devletsizliğin hakim olduğunu, bu iki ülkenin yükünün Türkiye’ye yüklendiğini ve bunun da Türkiye’nin dengelerini yerle yeksan ettiğini söyleyen Coşkun, 2,7 milyon mülteciye kapılarını açan Türkiye’nin aynı zamanda bir risk de aldığını belirtti. Yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanların arasına teröristlerin de sızmasının imkan dahilinde olduğunu ve nitekim sızdığını da gördük diyen Coşkun, hükümetin mülteciler politikasının bazılarının iddia ettikleri gibi yanlış olmadığını, tam aksine hem ahlaki hem de politik açıdan Suriye konusundaki en doğru politikası olduğunu düşündüğünü söyledi.
Türkiye Savaşın içine çekilmek istenmektedir
Son Ankara eyleminin mekanının son derece sembolik önemi olduğunu söyleyen Coşkun, Genel Kurmay Başkanlığı, Hava ve Kara Kuvvetleri Komutanlıklarının olduğu bir bölgede doğrudan askeri hedef alan eylemle Türkiye’nin savaşın içine çekilmesi, Suriye’deki savaşın Türkiye’ye çekilmesi ve Türkiye’yi terbiye etmek amaçlanmaktadır dedi.
İçinde yaşanılan kaotik ortamdan çıkış için yapılması gerekenler konusunda da üç temel teklifi olduğunu ifade eden Coşkun, bunları şöyle sıraladı:
Her ne kadar başlı başına bir çözüm olmasa da güvenlik ve istihbarat tedbirlerini artırmak. ;
İç ve dış politikada bu saldırılara cevaplar üretmek, dolayısıyla mevcut dış politikayı yeniden gözden geçirmek.
Kutuplaşmaya karşı önlemler almak;
Artık gelinen noktada kimsenin Suriye’nin ne olacağıyla ilgili bir fikrinin olmaması, Türkiye’nin de özellikle Esad’sız mutlak geçiş, muhaliflerin başa geçmesi, Türkmenleri korumak ve PYD’nin bir koridor oluşturmasının engellenmesi olarak sıralanabilecek Suriye politikalarında istenen hedeflerin gerçekleşmemiş olması Türkiye’nin biraz daha mutedil ve sabırlı olması ve artık bu hedefleri yeniden gözden geçirmek gerekir diyen Coşkun, iç politikada da ortak politikalar üretebilmek için kutuplaşmayı azaltacak veya ortadan kaldıracak iç politika hamleleri yapılmalıdır dedi.
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek: “Yaşananlar, Türkiye’nin geldiği nokta ve bölgedeki hedefleri itibariyle bir tehdit unsuru olarak görülmesinin bir sonucudur.”
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ise yaptığı giriş konuşmasında yaşananların, Türkiye’nin geldiği nokta ve bölgedeki hedefleri itibariyle bir tehdit unsuru olarak görülmesi ve buna ilaveten de bazı Batılı ülkelerin Orta Doğu’da Arap Baharıyla birlikte iktidarların aşağıdan yukarıya doğru değişmesi sürecinden kendileri için hayırlı bir sonuç çıkmayacağı kanaatine varmalarının bir sonucu olarak görülmesi gerektiğini söyledi. Özipek’e göre bazı Batılı devletler kontrol edemedikleri bir parlamenter sistem yerine ellerinin altında olan Sisi’ler, Kenan Evren’ler ve Esad’larla birlikte olmayı tercih etmektedirler. Tabii ki bu politikaların Türkiye için de sonuçları olacaktır diyen Özipek, Türkiye’nin ciddi anlamda sıkıştırılmaya çalışıldığını ve bunun Türkiye’nin politikalarıyla doğrudan alakalı olmadığını söyledi.
Türkiye’nin Orta Doğu ve Suriye politikasını uygulamaya yönelik eleştirileri olmak üzere doğru bulduğunu söyleyen Özipek, uygulamada yapılan hataların da öze ilişkin olmadığını söyledi. Geçmişte takip edilen politikaların aksine komşularla sıfır politika, adalet merkezli ve temel insani değerleri reel politikaya kurban etmeme şeklinde özetlenebilecek dış politikanın belki de, bu değerleri izlemenin oradaki global statükoyu bozucu potansiyelinde gizlidir diyen Özipek, Türkiye’nin bu tarzının bölgedeki dengeleri değiştirecek nitelikte olduğunu belirtti. Özipek, savaş öncesi ikili ilişkilerin olumlu boyutları ve şimdiki boyutları ile ilgili sorulan soruya verdiği cevapta, Türkiye’nin Esad’ı reformlar yoluyla ülkeyi demokratikleştirmesine ikna etmeye çalıştığını, hatta ikna bile ettiğini, ancak ellerindeki gücün kaybolacağını düşünen vesayetçi oligarşinin bunu engellediğini söyledi.
Türkiye’nin ta başından beri, özellikle ABD tarafından savaşın içine çekilmek istendiği ancak Türkiye’nin bu tuzağa düşmediğini söyleyen Özipek, bunun bedeli olarak savaşın Türkiye’ye çekilmesi kurgulanmış olabilir dedi. Türkiye’nin gerek mülteciler, gerekse rejimle ilgili Suriye politikalarını doğru bulduğunu söyleyen Özipek, her bakımdan gelişen ve aktörleşen Türkiye bir bedel ödeyecekti ve şu an da onu ödüyor dedi. Türkiye’nin bir hata yapmaya zorlandığını ve gözünün içine baka baka kırmızı çizgilerini bir bir çiğnemek suretiyle savaşın içine çekilmeye çalışıldığını görüyoruz diyen Özipek, bütün bunlar göz önüne alındığında dış politikanın, en azından yürütülüş bakımından yeniden gözden geçirilmelidir dedi.
Özipek: “Iktidar Gezi’den itibaren demokratik söylem üstünlüğünü kaybetti.”
Şu anki iktidarın alternatiflerine nazaran demokratikleşme , Kürt ve Alevi sorununun çözümü ve sivil Anayasa açısından daha avantajlı bir konuma sahiptir diyen Özipek, Türkiye’deki mevcut siyasi iklimden kurtulmak için iktidara büyük sorumluluk düştüğünün de altını çizerek, öncelikli olarak şunların yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
İktidarın Gezi’den itibaren kaybettiği demokratik söylem üstünlüğünü tekrar demokrasi üzerinden yeni bir dinamizm ortaya koyarak ayrışmanın bu zeminde olmasını sağlamak;
Sivil Anayasanın başkanlık sistemi tartışmasından arındırılması;
Başkanlık sisteminin de sağlıklı bir zeminde tartışılması.
Vahap Coşkun: “Kürtler biz bu savaşın bir parçası olmak istemiyoruz deyip hendeklerin kazıldığı gün bölgeyi terk etti.”
Kendisi de bölge insanı olan ve aynı zamanda Diyarbakır’da çalışan Vahap Coşkun, Çözüm sürecinin neden sona erdiği ve bazı Güney Doğu şehirlerinde PKK’nın sergilediği şiddet eylemlerinde bölge halkının rolüyle ilgili sorulan sorulara verdiği cevapta, yüzyılın en önemli projesi olarak gördüğü ve kendisinin de desteklediği Çözüm Sürecinin sona ermesinin hem içeriden hem de dışarıdan kaynaklanan sebepleri olduğunu, içeriden kaynaklanan sebeplerin yürütülüşle alakalı olduğunu, dışarıdan kaynaklanan sebebin ise doğrudan Suriye’deki savaşla alakalı olduğunu söyledi. Sürecin yürütülüşündeki hatalar olarak, hedefler üzerinde bir mutabakat olmaması, süreçle ilgili taraflar arasında bir yol haritasının olmayışı ve süreç esnasında ortaya çıkabilecek çatışmalara yönelik bir ara mekanizmanın olmamasını gösteren Coşkun, PKK’nın da hem bölgede 7 Haziran seçimlerinde aldığı başarılı sonuç, hem de iktidarın % 10 civarında oy kaybı ve buna ilaveten de Orta Doğu’da sıkıştırılmasını fırsat bilerek iktidarı biraz daha zorlayarak daha fazla kazanımlar elde edeceğinin hesabını yaptığını düşündüğünü söyledi. Nitekim PKK’nın bu planın bir parçası olarak savaşı hendekler kazıp barikatlar kurarak şehre taşıdığını, ancak PKK’nın bu planlarının tutmadığını ve bölge halkının buna destek vermediğini söyleyen Coşkun, şayet plan tutsaydı ve halk hendeklerin barikatların arkasında dursaydı devlet de kaçınılmaz olarak müdahalede bulunacaktı ve bir sivil katliama dönüşecekti, ama insanlar “biz bu savaşın bir parçası olmak istemiyoruz” deyip hendeklerin kazıldığı gün bölgeyi terk etti dedi.
Coşkun: “Mevcut durum kesinlikle sürdürülebilir bir durum değildir ve görüşmelerin başlaması kaçınılmazdır.”
Coşkun, Çözüm Sürecine tekrar dönülebilir mi sorusuna dünyadan örnekler göstererek verdiği cevapta, bugüne kadar bir kerede masadan çözümle kalkıldığı görülmemiştir dedi. Ben bu savaşı PKK’nın hiçbir şekilde kazanabileceğini düşünmüyorum diyen Coşkun, devletin de sadece asayiş tedbirleriyle sorunu çözemeyeceğini ve mevcut durumun kesinlikle sürdürülebilir bir durum olmadığını ve görüşmelerin kaçınılmaz olduğunu da ilave etti.
Coşkun, Türkiye’nin savaş öncesi ve savaş sonrası Suriye politikasının yüzde yüz değişmesiyle ilgili sorulan soruya istinaden de, Türkiye’nin Suriye politikasının üç safhadan geçtiğini, birinci safha Suriye’nin demokratik reformlarla kendisini ıslah etmesi, ikinci safha Esad’lı bir geçiş süreci ve son safha da Esad’sız bir geçiş sürecinden oluştuğunu söyledi. Türkiye ikinci safhadayken ABD ve AB üçüncü safha taraftarı iken, Türkiye üçüncü safhaya geçtiği zaman da bu ülkelerin ikinci safhaya geri dönüş yaptıklarını söyleyen Coşkun, Batılı ülkelerin bu dönüşünün sebebi olarak da IŞID’ın ortaya çıkmasını gösterebiliriz dedi. Yine Suriye politikası ile alakalı olarak dört teklifi olduğu söyleyen Coşkun, bunların uygulanması halinde bu cendereden kurtulmanın mümkün olduğunu söyledi. Bunlar:
Türkiye asla tek başına Suriye’ye müdahale etmemelidir. Hatta Rus uçağının düşürülmesi de bu çerçevede mütalaa edilmelidir. Zira o müdahale bizi her bakımdan zor durumda bırakmıştır. Yapılması gereken sınır ihlali sorununu bir NATO sorunu olarak kabul ettirmekti;
Türkiye kendisinin desteklediği Suriye muhalefetini masaya oturması ve maksimalist taleplerde bulunmamasını sağlamalıdır;
Türkiye Esad’lı bir geçişi kabul etmek durumundadır. Esad gitsin demenin artık bir anlamı yoktur. Hatta Esad da yoktur, onu destekleyen İran ve Rusya vardır ve onlar Esad gitsin demedikçe Esad gitmeyecektir;
Türkiye PYD politikasını da değiştirmelidir. Hem ABD’nin hem de Rusya’nın muhatap aldığı bir yapıyı reddetmenin bir mantığı olmaz, kaldı ki daha önce bu yapıyla muhatap da olunmuştur.
Coşkun, Kürtlerin tarih boyunca sorun oluşturdukları, meselenin aslında Türkiye’den kaynaklanmadığı, Kürtlerin Türklerle birlikte yaşama iradesi göstermedikleri sürece bu savaşın bitmeyeceği yönündeki görüşe cevap olarak da, Kürtlerin öyle iddia edildiği gibi bir sorun oluşturmadıklarını tam aksine birlikte yaşamak için çok açık tavırlar aldıklarını söyledi. Şayet Kürtlerin ayrışma gibi bir derdi olsaydı bunu diğer etnik grupların yaptığı gibi Kurtuluş Savaşı esnasında yaparlardı. Onlar anasır-ı İslamiye diyerek Kurtuluş Savaşında mücadele ettiler diyen Coşkun, 1924’ten sonra uygulamaya konulan Kürt kimliğini reddetme politikasının bugünkü sorunların kaynağını teşkil ettiği söyledi. Özipek de buna istinaden söz alarak, Kürtlerin bir genelleme yapılarak ayrılıkçı olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, hatta bunun PKK tarafından da bilindiği söyledi. Nitekim PKK muhatabı Kürtlere ‘’biz ayrılmak istemiyoruz” demektedir diyen Özipek böylesi genellemelerin hiçbir toplum için geçerli olmadığının altını çizdi.
Ahmet Suat Arı
Amsterdam Tartışmaları Moderatörü