“Avrupalı Müslümanların Geleceği” konulu Amsterdam Tartışmalarının 49.’su Dr. Yusuf Acar’ın konuyla ilgili sunumu ve kalabalık bir katılımla gerçekleştirildi. Tartışmaya akademik kimliğiyle katılan Acar Batılıların İslam ve Müslümanlarla ilişkilerini tarihi perspektiften değerlendirerek başladığı konuşmasında Avrupalıların İslam algısı, çok kültürlü toplum tecrübesi ve dünya meselelerine yaklaşımları ve Avrupalı Müslümanların misyonuna vurgu yaptı. Acar’a göre bu misyon, Batının ihtiyacı olan İslam’ın ontolojik, ekolojik ve iman kardeşliği anlayışının bu topraklarda yeşertilmesi olmalıdır.
Avrupalıların İslam ve Müslümanlarla ilk tanışmalarının Endülüs İslam Medeniyeti ile başladığını ve hatta Endülüs Müslümanlarının aslında Avrupa’nın asli kurucu unsurlarından birisi olduğunu iddia eden Acar, 800 yıla yakın bir varlığa rağmen, tarihsel haçlı zihniyeti yüzünden bugün o medeniyetten sadece Gırnata’daki (Granada) El Hamra sarayı ve Kurtuba’daki Camii Kebir’in kaldığını, onun da ortasına bir katedral yapıldığını söyledi. Acar: “Endülüs Müslümanları, bugünkü Batının oryantalist bakış açısıyla hareket etseydi, İspanya’da bugün hiç Hristiyan olmazdı.”
Avrupalıların Müslümanlarla ikinci karşılaşması Haçlı Seferleri ve Viyana Kuşatmasıyla oldu diyen Acar, İstanbul’un fethinden itibaren Avrupa, İslam’ı Türkler üzerinden tanıdığı için “Müslüman” ve “Türk” kavramlarını eşdeğer tuttuğunu ve İslam ve Türk imgelerini hep olumsuz, hatta bayağı kültüre dönüştürdüğünü ve çoğu Avrupalının Müslümanlara ve Müslüman dünyasına ilişkin algısının Haçlı döneminin tecrübesinden kaynaklandığını ve bundan hareketle de Avrupa’da efsaneler ve idealler üretildiğini belirtti.
Üçüncü karşılaşmanın 1960’ta başlayan işçi göçüyle başladığını söyleyen Acar, Hz. Peygamberimizin de de bir göçmen olduğunu ve 120 bin sahabeden 80 bin kadarının kabrinin dışarıda olduğunu, haliyle Müslümanlar için göçmenliğin bir sorun teşkil etmemesi gerektiğinin altını çizdi. Peygamberimizin kendisiyle hicret edip gurbet acısı çekenlere yaptığı tavsiye ve dualara da değinen Acar, aynı duaların Avrupalı Müslümanlar için de geçerli olduğunu ve onların da “Allah’ım bize yeni vatanımızı sevdir” diye dua etmeleri gerektiğini söyledi. Acar, asırlarca ilay-ı kelimetullah için yerlerini yurtlarını terk eden Müslümanların 20. Yüzyıldan itibaren dünyevileşmeye başlayıp yerlerine çakılıp kaldıklarını bunun değişik toplumsal sorunlara yol açtığını söyledi.
İslam ve Müslümanlarla asırlardır farklı bir ilişkisi olan Avrupa’nın Müslüman algısının sorunlu olduğunu iddia eden Acar, bu algının gerçekçi temellere dayanmadığını ve haliyle de Batı, içindeki ve çevresindeki Müslüman unsurlardan, mültecilerin de tesiriyle tedirginlik duyduğunu, bu tedirginliğin somut bir karşılığının da olmadığını, asıl olayın zihinlerdeki tarihsel korkuyla alakalı olduğunu söyledi. Acar: “Benim gözlemlerime göre Avrupa’nın geleceğini belirleyecek en önemli unsur, Müslümanlarla Avrupa’nın kuracağı ilişki biçimidir. Yani Avrupa’nın geleceği, Müslümanlarla ilgili verecekleri karara bağlı. Avrupa’nın kaderi, Avrupa’daki Müslümanların kaderine bağlı. Avrupa’nın Avrupa’daki Müslümanlarla ilgili vereceği karar, kendi geleceğiyle ilgili bir karar aynı zamanda.”
Yüzlerce yıldır Müslümanlarla ilişki içinde olan Avrupa’nın kendi içindeki Müslümanlarla nasıl yaşayacağına dair hala bir karar verebilmiş olmadığını, bu karar verildiğinde hem Avrupa’nın hem de Avrupalı Müslümanların geleceğinin kararının da verilmiş olacağını söyleyen Acar, Avrupa’nın bir kimlik krizi yaşadığını, bu krizin önemli bir cephesini ise İslam’ın oluşturduğunu, Avrupa’nın da İslam ve Müslümanlarla, bir arada yaşama tecrübesi ve hukuku olmadığı için, nasıl bir arada yaşayacağını hala bilemediğini, Müslümanların ise daha en baştan bu tecrübeye ve hukuka sahip olduklarının altını çizdi.
Her ne kadar Batıda haçlı zihniyetinde olanlar olsa da sağduyu sahibi aydınların da var olduğunu, ancak strateji konusunda bir tutarsızlığın olduğuna da vurgu yapan Acar, Avrupa’nın, Müslümanlarla ilişkilerini jeopolitik ve teopolitik düzlemlerde sürdürdüğünü, jeopolitik düşününce Müslümanlardan vazgeçemediğini, ama teopolitik kaygıları ağır basınca da krize girdiğini, ancak artık bu ilişkinin nasıl süreceğine de karar vermek zorunda olduğunu söyledi. Teopolitik yaklaşımın Müslümanların tehdit unsuru olarak gösterilmesine yol açmasının yanında İslam’ı da din olarak “medeniyet-dışı” gören söylemlere de sebep olmaktadır diyen Acar, Batılı oryantalist sosyo-politik söylemlerin “bir arada yaşanabilir bir Avrupa toplumu” için ümit vermediğini söyledi. Klasik pozitivist düşünce biçimlerindeki “dini kamusal alandan dışlayan din algısının” hâlâ Müslümanlarla ilgili kamu politikalarında etkili olduğunun görüldüğünü belirten Acar, bu konularda daha sağlıklı bir zemin oluşması için akademiya, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının ciddi işbirliğine ihtiyaç olduğu kanaatinde olduğuna da vurgu yaptı.
Avrupa’yı Avrupa yapan değerlerin başında şüphesiz hem bireysel ve hem de örgütsel bağlamdaki liberal-plüralist söylemi gelmektedir diyen Acar, Avrupa’nın bu değerlerinin maalesef herkes için geçerli olmadığını, Müslümanlar söz konusu olunca bu değerlerin göz ardı edildiğini söyledi. Acar:“Dini ve kültürel çoğulculuk söylemi, evrensel bir iddia mıydı, yoksa klasik oryantalizmin o ünlü ‘biz ve ötekiler’ söyleminde olduğu gibi yalnızca Hıristiyanlık içi değerler miydi? Eğer Avrupa’nın ısrarla savunduğu çoğulcu ve liberal çizginin evrensel bir anlamı varsa, onun başka tecrübelere ve inançlara, mesela Avrupa’da ikinci büyük dini konumunda olan İslam’a açık olması gerekir. Aksini iddia etmek felsefi bakımdan tutarsızlık, siyasi bakımdan ise ikiyüzlülük olur.”
Kıta Avrupa’sında yaşayan Müslümanların, bir diğer ifadeyle İslam’ın birisi Müslüman Türkiye’nin AB’ye girme çabası diğeri de Avrupa’da yaşayan Müslümanlar olmak üzere iki açıdan gündeme geldiğini söyleyen Acar, varoluş ve uyum sorunları yaşanırken 11 Eylül süreciyle birlikte medyada ve kamuoyunda İslam’ın terör ve fundamentalizmle birlikte anılır duruma geldiğini, bunun da durumu daha da karmaşık hale getirdiğini ve haliyle Müslümanların hiç de alışık olmadıkları konularda kendilerini savunmak ve ifade etmek zorunda kaldıklarını belirtti. Acar, Batılıların Müslümanlar söz konusu olunca empati sorunları olduğunu, bunun da toplumda kutuplaşma ve ötekileştirmeye sebep olduğuna da vurgu yaptı.
Müslümanlar söz konusu olunca sık sık gündeme gelen dinin kamusal alandan çıkarılması tartışmalarına da değinen Acar, bu konuda da bir tutarsızlığın gözlemlendiğini söyledi. Acar: “Modernitenin radikal savunucularının Batının bugün ulaştığı noktayı „post-Hristiyan“ bir dönem olarak adlandırmaları metafizik anlamda olsa gerektir. Zira Hristiyanlığın psikolojik, sosyolojik, kültürel ve hatta siyasal olarak hayatın hemen her alanını kuşatmışlığını, dini kurum ve vakıfların anaokullarından üniversitelere varıncaya dek eğitimde, sağlıkta ve kamu yönetimi gibi alanlarda hala önemli roller üstlenmesini ve üstelik bütün bunların tamamen sekülerleştirildiği iddia edilen kamusal alanda cereyan etmekte oluşunu Avrupa’da yaşayıp da görmemek ve hissetmemek pek olası değildir.”
Kolektif kültürlerinin önemli bir parçası ve ortak mirasları Hristiyanlık Avrupa için bu durumun yadsınacak bir şey olmadığını de söyleyen Acar, ancak bu atmosferin eğitim-öğretimde, sosyal hayatta ve özellikle de göçmen azınlık hakkında halkı bilgilendirmede klasik oryantalist anlayışın ‘biz ve öteki’ söylemine dönüşerek yönlendirici ve belirleyici bir rol oynadığını, yerli çoğunluğun göçmen azınlığa karşı siyasi, ekonomik ve kültürel sınırlamalar getirmek istediğini, ama diğer taraftan da göçmen azınlığın artık kendisi için öngörülen kötü durumları kabul etmek istememesi sorunsalına yol açtığına işaret etti. Özellikle Türkler mevzu bahis olunca hemen her yerde karşımıza entegrasyon ve asimilasyon kavramlarının çıktığını da söyleyen Acar, bütün sosyal, kültürel ve dini hayatın nerede başlayıp nerede bittiği pek de belli olmayan bu iki kavram etrafında şekillenmektedir dedi.
Dr. Yusuf Acar’ın konuşmasını takiben yapılan tartışmada, Müslümanların Avrupa’da kalıcı olduğu ve bunun hem Müslümanlar hem de Avrupalılar tarafından kabul edilip benimsenmesi gerektiğine vurgu yapıldı. Öne çıkan bir başka husus da Müslümanların edilgen olmaktan kurtulmak için strateji geliştirmeleri gerektiğidir. Müslümanların bunun için yeterli tecrübe ve altyapıya sahip olduğu, ancak çoğunluğun bunun şuurunda olmadığına da vurgu yapıldı.
Ahmet Suat Arı
Amsterdam Tartışmaları Moderatörü
Not: Sayın Dr. Yusuf Acar 19 Aralık 2016 itibariyle Din İşleri Müşavirliği ve Hollanda Diyanet Vakfı Başkanlığı görevinden Hollanda hükümetinin baskısıyla ayrılmak zorunda bırakılmış ve aynı gün Hollanda’yı terk etmiştir. Sayın Dr. Yusuf Acar’a bugüne kadar yaptığı değerli hizmetlerinden dolayı teşekkür eder, gerek akademik gerekse memuriyet hayatında başarı ve hizmetlerinin devamını dileriz.
Sayın Acar’ın Hollanda’daki FETÖ yapılanması ile ilgili İslam Şurası için kaleme almış olduğu bir raporun basına sızdırılması sonucunda ortaya çıkan bu durum özellikle Hollanda Diyanet Vakfı’nı oldukça tatsız bir konuma sokmuştur. Zaten var olan ‘ajanlık’ suçlamaları önümüzdeki dönemlerde de devam edecektir. Özellikle de seçim sathı mahalline gireceğimiz 2017’nin ilk ayları bu konunun sık sık istismar edileceği bir dönem olacaktır.